"Can't be praised enough, really.”(1)
Orson Welles
“Deneyimin meyvesi güzelliktir.”
Ugetsu Monogatari,
yani Yağmurdan Sonraki Soluk ve Gümüş
Ayın Hikâyeleri 1953 yapımı bir Mizoguçi filmi. Senaryo Akinari Ueda’nın
aynı adlı hikâyesinden uyarlanmış. Filmlerin ticari adlarının, alakasız
çevirilerle ne kadar saçma yerlere çekilebileceğine çok kez şahit olduğumuzdan
ötürü “Yağmurdan Sonraki Soluk ve Gümüş Ayın Hikayeleri’ni garipsemiyoruz.
Ancak çevirinin bire bir yapıldığını ve “monogatari” kelimesinin “hikâyeleri”
anlamına geldiğini bir kenara koyarsak “Ugetsu” sözcüğünün güzel Türkçemizde 5
kelimeye tekabül ettiğini öğrenmek bir kez daha Japonlar yapıyor abi dedirtiyor.
- Yazının devamı
eser hakkında detaylı bilgi içerir. -
Film
16. Yüzyıl Japon iç savaşında hayatta kalmaya çalışan iki ailenin resmini
çiziyor. Ana karakterimiz Genjuro,
karısı Miyagi Ve oğulları Genichi’den oluşan ailemiz çiftçilikle
hayatını sürdürürken ek iş olarak çömlekçilik yapıyor. Diğer karakterlerimiz de
onların komşuları olan, Tôbee ve Ohama adında genç birer karı koca.
Genjuro iç savaş durumundan yararlanarak çömleklerini büyük pazarlarda satarak
iyi kazançlar elde eder. Yaşlı bilgenin de dediği gibi “Kolay kazançlar,
karışık dönemlerin sona ermemesine yol açar.”. Nitekim öyle olacaktır da.
Ailesini
seven Genjuro daha çok para kazanarak onları daha çok mutlu etmek ister. Onu bu
hırsın pençesinde gören Miyagi eşini birçok kez uyarır. Komşu Tôbee ise
yeteneksiz fakat hayalinin peşinden gitme isteğiyle yanıp tutuşan bir samuray
olma meraklısıdır. Samuray olmak için zırha ihtiyacı olduğundan çömlekçilik
işine o da yardım eder. Bu ikili ve Tôbee’nin karısı Ohama –kürek çekmeyi
bildiği için onlarla gitmiştir- Pazar yerine giderler. Yolda korsan tehlikesi
olduğundan Miyagi çocuğuyla beraber arkada bırakılmıştır.
Kente
vardıklarında Tôbee zırh parasını topladığı ilk anda sıvışır ve hayalinin
peşinden gider. Ohama da onu aramak için yollara düşer. Tezgâhta tek başına
kalan Genjuro’nun bir sonraki müşterisi Lady Wakasa’dır. Zengin ve soylu bir
aileden gelme Lady Wakasa Genjuro’yu büyüler ve evlenmek için ikna eder.
Kutsuki Malikanesi’nin etkisine kapılan Genjuro ailesini unutur. Tıpkı
Tôbee’nin yaptığı gibi.
Tôbee
ölümüne şahit olduğu bir generalin kellesini çalar ve bu ünle hayaline kavuşur.
Artık Tôbee emrinde onlarca savaşçı olan bir samuray, Genjuro maddi
güzelliklerin büyüsünde bir keyifçidir. Bu sırada eşleri iç savaş sırasında
yalnız bırakılmış, terk edilmiş, unutulmuş, zor durumda bırakılmıştır.
Tôbee,
dinlenmek için emrindeki askerlerle bir handa durur ve karısının kötü yola
düştüğünü görür. Genjuro ise Lady Wakasa’nın ölüler diyarından gelen bir
hayalet olduğunun farkına varır ve malikâneyi terk eder.
Tôbee
yalvar yakar karısını ikna eder ve evlerine geri dönerler. Tôbee artık bir
samuray değil, ancak çalışkan bir çiftçidir. Kötü şeyler yaşanmış olsa da
yeniden bir araya gelmişlerdir.
Genjuro
eve döndüğünde karısı ve çocuğunu görünce mutlu olur. Genjuro özür dileyerek
neden onları terk ettiğini açıklamaya çalışırken Miyagi hiç önemli olmadığını,
artık burada olduğunu ve önemli olanın da bu olduğunu söyler. Karısı ona yemek
verir, Genjuro uyuyunca üzerini örter. O akşam son kez birbirlerini
görmüşlerdir. Miyagi aslında askerler tarafından
öldürülmüştür. Kocasını görmek için ölüler diyarına gitmeden önce son bir kez
evinde kalmıştır. Genjuro mezar başındayken Miyagi’nin sesinden dinleriz:
“Ölmedim. Senin
yanındayım. Saplantılarının bir sonu geldi. Tekrar kendin oldun. Ait olduğun
yerdesin. İşin seni bekliyor.”
–Genjuro’yu normal hayatına dönmüş, çömlek yaparken görürüz- “Ne harika bir şekil! Tekeri çevirirken
sana yardımcı olmak en büyük zevkimdi. Pişerken görmek için uzun süre başında
beklerdim. Odunlar kesildi ve hepsi hazır. Artık gözü dönmüş askerler yok. Bu
yüzden çömleklerini huzur içinde yapabilirsin. Pek çok şey yaşadık. Sonunda
olmanı ümit ettiği hale geldin. Ama ne yazık ki ben yaşayanların arasında
değilim. Sanırım dünyanın düzeni böyle. “
-Son-
- Uyarı Sonu.
-
Facianın Diğer Eşiğindeki Mizoguçi
Film
teknik olarak zamanın koşullarına göre oldukça başarılı. Özellikle fazlaca
“şiirsel” bulunan göl sahnesi her filmde görebileceğimiz türden değil. Sisler
arasından gelen sandalın Gölün hayaleti olduğuna
Japon kültürüyle hiçbir alakası olmayan bir seyirciyi bile inanabilir. Bu arada
söylemeden geçmeyelim. Bu bir korku filmi. Günümüz seyircisinin korku
literatürüne pek hitap etmese de anlattığı hikâye olsun; içinde yer bulan
hayalet, ölüler diyarı, büyücü gibi kavramlar olsun bu filmin bir korku filmi
olduğunu gösteriyor.
Yönetmenin
çıkardığı işte hayatının da etkileri olduğu söyleniyor. Yoksulluk içinde
büyüyen Mizoguçi, babasının işini batırmasına, ardından babasının annesine ve
kız kardeşine tecavüz etmesine ve yine kız kardeşinin hayat kadını olmasına
şahitlik etmiş(2). Sonradan kız kardeşinin maddi desteği sayesinde sinemaya
adım atmış olsa da yaşadıkları Kenji Mizoguçi’nin travması olmuş. Tüm Japon
halkına doğrudan tesir eden savaşı henüz saymadık.
Mizoguçi,
Ugetsu’da erkeklerin hırsları uğruna hayatı mahvetme, hatta hayatı yok etme
potansiyelini ortaya koymuş. Her ne kadar 16. Yüzyıl Japonya’sında geçiyor olsa
da İkinci Dünya Savaşı etkilerinin çok taze olduğu bir zamanda çekilen bu film
toplumun taze yaralarına da işaret ediyor. Evet, hayat devam ediyor, ancak
gözünü para ve hırs bürümüş insanlar yeri doldurulamayacak birtakım şeyleri yok
ediyorlar. Mizoguçi tüm bu acıları geride bırakarak faciaların diğer tarafından
sesleniyor bize. Çocukluk travmalarını ve toplumsal acıları bir potada eritiyor
yönetmen.
Filmin
sonunda Miyagi hayatını kaybetmiş, Ohama hayatının en kötü zamanını yaşamış
olsa da eski günlerine dönüyorlar demiştik. Genjuro çömlek yapmaya devam ediyor,
Genichi annesinin mezarına çiçek bırakıyor… Mutlu desek olmaz, mutsuz desek
olmaz. Buruk bir son diyelim. Aslında bu son Mizoguçi’nin asıl istediği son
değildi. Mizoguçi çok daha kötümser bir sonla filmi bitirmek istedi. Ancak
Daiei Yapım Şirketi yönetmene mutsuz bir sonu kabul etmeyeceğini, en azından
nötr bir son istediğini söyledi(3). Sanatçıya müdahale edilmesini tasvip etmek
mümkün değil ancak bir yanımız da bu seferlik de şirketi dinleseydin de
Miyagi’yi de kurtarsaydık ya Kenji Abi… Dedirtiyor.
Kenji Mizoguçi Japonya sınırları dışında her ne kadar
Akira Kurosawa kadar tanınır olmasa da Japon sinema sanatında önemli bir konuma
yerleştirmiştir. 1920 ve 1930’larda yapmaya başladığı erken dönem deneysel
filmleri dahil olmak üzere hayatı boyunca yaptığı 58 filmin birçoğu şu anda
kayıp(4). Oluşturduğu sinema dilinin yanında Ugetsu’nun alt metnindeki feminist
öğelerle modern sinemayı etkileyerek kalıcılığı yakalamıştır. Japon sinemasının
altın döneminin en önemli parçalarındandır.