Amatör oyuncular, stüdyo dışı çekimler, efektsiz ve sessiz
filmler… Şöyle bir okuduğumuzda İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı öğrenci
filmlerine çok benziyor. Tıpkı film çekmek için oldukça dar bütçesi olan bir
öğrenci gibi, dönemin şartları dolayısıyla maddi gücü yetmeyen film yapımcıları
yeni yollar arayıp yeni yöntemler geliştiriyorlar ve sinemanın bu romantik
temsilcileri gerçekleri perdeye taşımayı hedef ediniyorlar. Bunun yanında ses
ve yapay ışık kullanılmaması, kameranın hareketli olması gibi detaylar
yönetmenin özgürlük alanını genişletiyor.
(Bicycle Thieves/ Bisiklet Hırsızları - 1948)
Süre olarak oldukça kısa bir zaman diliminde varlığını
sürdürmüş olan bu sinema akımı bıraktığı etki bakımından aynı şekilde
değerlendirilemez. Düşündüğümüz zaman günümüzdeki sinema filmlerinin dahi bu
güçlü sinemasal değerler sisteminden yararlandığını söyleyebiliriz.
Maddi yetersizlik sonucu amatör oyuncular, dış çekimlerin
yapılması filmlere olumlu olarak yansımıştır. Bu olumlu durum seyircinin filme
duyduğu sıcaklıktan, yakınlıktan gelir. Yine kadraja ve açılara da fazla önem
vermeyen akımda bir belgesel çekiyormuşçasına doğal bir yapı benimsenir. Bu
doğallık filme yansır.
Adından da belli olacağı üzere İtalyan Yeni Gerçekçilik
Akımı bizlere gerçekçi bir bakışla hayatı sunuyor. Seyircinin hayatındaki
gerçekliği, sefaleti seyircinin suratına vuruyor. Bu akımın fazla ayakta
kalamamasının bir sebebinin de bu olduğu söylenir. Bu durumun bizdeki
karşılığına göz atarsak pek farklı bir sonuca ulaşabileceğimizi söylemek güç.
(Rome, Open City / Roma, Açık Şehir - 1945)
Türkiye’de sinemada en çok izlenenler listesine baktığımızda
daha çok komedi filmlerinin ön saflarda yer aldığını görüyoruz. Gözümüze çarpan
birkaç politik öğeler içeren komedi filmi diyebileceğimiz yapımlar dışında
Kurtlar Vadisi, Babam ve Oğlum, New York'ta Beş Minare gibi milliyetçilik
damarları üzerinden bilet satmak, sadece bir siyasi görüşün takdir edip
izleyeceği ve seyirciyi bütüncül olarak kucaklayamayan, hedefi gerçekçilikten
çok bir çıkarım üzerinden insanların fikrini değiştirerek belirli bir fikre
yöneltme güdüsü var. Durum böyleyken öncelikle önümüze sunulanın gerçekten
toplumsal gerçekçi olup olmadığına dair soruları cevaplamak gerekiyor.
Seyirci sefaletin suratına vurulmasını sevmiyor demiştik.
Belki de en çok sefaletin olduğu yerin perdelerinde en az sefalet
gösterilmelidir ki seyirci refleks bir davranışla salondan koşarak
uzaklaşmasın. Belki de yapımcıların kafasında olan buna yakın bir fikirdir.
Sonuç olarak İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı için güçlü ve
etkili bir dönem tanımlaması yapabiliriz. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen
konuşulan, tartışılan, etkisi şu anki filmlerde bile hissedilen bu akım dünya
sinemasına dair güzel bir sahne olarak hatırlanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder